Aram ve Virginia Kerovpyan, Paris’te sürdürdükleri Ermeni halk müziği ve kilise müziğine ilişkin faaliyetlerini ‘Makamsal Ermeni Müziğinin Kökenlerine Bir Yolculuk’ başlıklı bir atölye çalışmasıyla İstanbul’a taşıdılar
PAKRAT ESTUKYAN - MELİSSA BİLAL 

İstanbullu müzisyen ve müzikolog Aram Kerovpyan, otuz yıldır Paris’te sürdürdüğü Ermeni halk müziği ve kilise müziğine ilişkin araştırma, icra ve eğitim faaliyetlerini, 14-28 Temmuz tarihleri arasında, ‘Makamsal Ermeni Müziğinin Kökenlerine Bir Yolculuk’ başlıklı yedi oturumluk bir atölye çalışmasıyla İstanbul’a taşıdı. Aram Kerovpyan ve beraber çalıştığı eşi Virginia Kerovpyan’la, bu atölye çalışmasının yanı sıra, Akn ve Kotchnak grupları üzerine konuştuk.

          İstanbul’da yaptığınız atölye çalışmasının içeriğinden ve amacından bahseder misiniz?

Burada yaptığımız atölye çalışması, Paris’te 1998’de kurduğumuz Ermeni Kilise Müziği Araştırmaları Merkezi’nin çatısı altında, yaklaşık 10 yıldır düzenli olarak haftada iki kez toplanarak yürüttüğümüz çalışmaların hemen hemen aynısı. Amaç, ‘makam’ dediğimiz ses ortamının hafızamıza yerleşmesi ve o ses ortamı içinde kendimizi ifade edebilmek. Kendi kendini eğitme yöntemiyle, sesimizi nasıl çıkaracağımızı, nasıl nefes alacağımızı, nasıl oturacağımızı öğrenmeye, okuduğumuz dili anlamaya ve doğru telaffuz etmeye, içerik ve telaffuz açısından ifademizi düzeltmeye ve aslında, müzik aracılığıyla ‘adam olmaya’ çalışıyoruz. Dini müzik bu açıdan çok elverişli. Biz de dini müzik ezgileri ile çalışıyoruz. Önemli olan, çalışmalarda bildiklerimizi veya bildiğimizi sandıklarımızı bir kenara bırakıp “Acaba bu müzik bizden ne istiyor? Bu ezgi bizden ne talep ediyor?” diyebilmek ve o ezginin, o müziğin bizden istedikleri ile kendi hissiyatımız arasında bir denge kurabilmek. Bu yöntem toplu olarak tek bir ses üzerine çalışmayla başlar, ardından bir ses ortamı yani makam oluşur ve ezgi bu ortam içerisine yerleşir. O ezginin icrasında, üslup gibi kavramlar müziksel kavramlar olmaktan çıkar. “Şu ses şöyle basılır”, “Bu ses böyle titreştirilir” gibi müzik kuralları, sadece, metnin bir makam ortamı içinde, en doğru ve güzel biçimde ifade edilmesi amacı ile yapılan şeylere dönüşür. Yani, kural olarak konmuş şeylerin arka planlarına geçmeye çalışıyoruz. Bu arada, tabii, içeriği muğlak olan kurallar da belirginleşiyor.

          Yıllardır yurtdışında yaptığınız bir işi buraya taşımakta güçlük çektiniz mi? Sonuç sizin için olumlu muydu?

Özel bir güçlük çekmedim; aksine, İstanbul’daki atölye çalışmamız benim için çok tatmin edici bir sonuç verdi. Bu çalışmayı burada yapabilmiş olmaktan dolayı çok memnunum. Benim için nihayet İstanbul’a gelip faydalı bir iş yapabilme olanağıydı bu. Memnuniyetimin çok önemli bir diğer sebebi de, Uluslararası Hrant Dink Vakfı gibi bir kurumun bu işin yararlı olabileceğini anlayıp desteklemesi. Ben böyle bir durumu hayatımda ilk defa yaşıyorum. Tabii ki kurumlarla işbirliği yapıyoruz, fakat Hrant Dink Vakfı’nın olumlu tepkisi ve işi hemen kendi kanatlarının altına alması, özellikle de, bunun kalıcı bir çalışma türü olarak yararlı olacağını hemen algılaması, benim hayatımda ilk defa olan, son derece sevindirici bir şey. Kişisel olarak söylemiyorum bunu, çünkü insanlarla ilişkiler her zaman son derece iyi fakat bu tür çalışmaların ilerleyebilmesi için kurumların da bunun bilincinde olması gerekiyor. Bu atölye çalışmasında yaşanan tam olarak bu oldu. Bu yüzden, yaptığımız çalışmanın geleceği için çok umutluyum. Kilise müziğimizin, bütün ‘oturmuş’ gelenekler gibi, tüm insanlığa hitap eden, insan ruhuna yararlı ve evrensel bir karakteri olduğuna inanıyorum. Buna inanan herkesle, her kurumla çalışıyorum. İstanbul’da yaptığımız çalışmanın her açıdan tatmin edici olduğunu da bu çerçeve içerisinde söylüyorum. Bu çalışmaya katkısı olan herkese buradan teşekkür etmek isterim.

          Müziğe kanunla başlamışsınız. Klasik Osmanlı Müziği’ne duyduğunuz ilginin bir sonucu muydu bu?

Müzikten çok, enstrüman çekmişti beni o zaman. Bu benim için, gençlik yıllarında herkesin başına gelen bunalımlardan bir çıkış şekliydi. Daha önce yağlıboya resimle uğraşıyordum; epey de ilerletmiştim. O tıkanınca başka bir şey gerekiyordu ve kanun beni çok çekti. Saadettin Öktenay’dan ders almaya başladım. Onunla biraz eski usül, yani meşk ederek, arkadaşlık ederek çalıştığımız için kendimi hemen kaptırdım bu müziğe.

O zamanlar, yani 70’lerde, konservatuarlar bugünkü yapılarını yeni kazanıyorlardı. Saadettin Öktenay pek sevmezdi konservatuarların sistemini. O daha çok eski usul, usta-çırak ilişkisini benimseyen bir insandı. Ailecek çok yakın dostumuz olmuştu. Evimize de gelirdi, sık sık birlikte yemek yerdik. Saadettin hocam ile, ben Türkiye’yi terk edene kadar o şekilde devam ettik çalışmalarımıza.

          Kanuna başlamadan önce kilise müziğiyle ilgileniyor muydunuz?

Kilise müziğiyle uğraşmaya başlamam, kanuna başlamamla aşağı yukarı aynı zamanlara denk gelir, fakat kökeni çocukluğumdadır. İstanbul’da o zamanlar hâlâ, bir çocuk 5-6 yaşlarına geldiği zaman babası onu elinden tutup kiliseye götürürdü. O içeri girer, orada durur, canı sıkılır filan ama, kulağı dolar. Her çocuğun başına gelen benim de başıma geldi. Orada özel bir eğitim aldığımdan değil ama, o zamanki muganni heyetlerinin oluşturduğu o çok etkileyici ortam ve o günler içimden hiç silinmedi; bugün hâlâ bir resim gibi, film gibi, gözümün önündedir.

          İstanbul’dan ayrıldıktan sonra müzik yaşantınız nasıl devam etti?

Paris’te kanun çalmaya devam ettim. Oraya gider gitmez Kudsi Erguner’le tanıştım; birlikte bir süre çalıştık. O arada Ortadoğu’dan başka müzisyenlerle Araplar, İranlılar, hatta Ortadoğu müziklerine meraklı Fransızlarla tanışıp onlarla da çalıştım. Bu çalışmalarla, Arap ve İran müziklerindeki klasik geleneklere aşinalık kazandım. Sonra, 1980 yılında Virginia ile tanıştık ve birlikte çalışmaya başladık.

Bildiğiniz gibi, yakın bir döneme kadar İstanbul’da Ermeni halk ezgilerini pek duymazdık. Konserlerde ve Ermenilerin bir araya geldiği müzikli ortamlarda, genellikle, kentli ve çağdaş diyebileceğimiz bir repertuvar çalınır ve söylenirdi; bir Van ezgisi, bir Muş ezgisi İstanbul’da pek söylenmezdi tabii, söylenemezdi de. Ben o repertuvarla Paris’te tanıştım. Sonradan ismi Kotchnak (Goçnag) olacak olan o küçük gruba kendi makamsal müzik birikimimi getirdim, onlar da bana halk müziğindeki tecrübelerini.

          Kotchnak’ın repertuvarından bahseder misiniz?

Kotchnak’ta iki repertuvarımız var: Halk müziği ve aşuğ (âşık) müziği. Aşuğ müziğinde, Sayat Nova’yı çok sevdiğimiz için, en çok onun ezgilerini seslendiriyoruz. Onun dışında, çeşitli yörelerden derlenmiş halk şarkılarını ve ezgilerini seslendiriyoruz. Bunları genellikle notaya dökülmüş halleriyle buluyoruz, fakat o notaları okuduğunuzda pek bir şey anlamıyorsunuz. O zaman da, makamsal açıdan bakmasını bilen biri gerekiyor; işte o işi ben yapıyordum. Bir ara biz de, Fransa’da yaşayan, Anadolu’da doğmuş yaşlı Ermenilerle derleme çalışmaları yaptık.

          Halk müziği ve aşuğ müziğini iki ayrı kategori olarak mı değerlendiriyorsunuz, yoksa bunları pratik açıdan mı birbirinden ayırıyorsunuz?

Pratik açıdan ayırıyorum. Ermeni müziğinde köy âşıklarının sayısı çok olmuş, fakat bunların sadece isimleri var. O isim verilerine göre bir hesap yapıldığında görülüyor ki, aşağı yukarı 2,5-3 yılda bir önemli bir aşuğ çıkıyor. Ancak, bu aşuğlardan bugüne ulaşan eserlerin sayısı çok az; daha ziyade, onlara atfedilen ezgiler var. Bir de, bir Sayat Nova dönemi var. Onun arkasından Civani ve daha sonra, Sovyet döneminde yaşayıp üretmiş olan aşuğlar geliyor. Bir eseri ‘aşuğ müziği’ kategorisine sokabilmemiz için, onun profesyonel sayılabilecek bir kişi tarafından yapılmış olması, isminin orada yazılı olması gerektiğini düşünüyorum.

Onun ötesinde de, mesela Sayat Nova’nın ezgilerine bakıldığında, bunların halk ezgilerinden çok farklı olduğu görülür. Günümüze kadar gelmiş olan aşuğ ezgileri, şehir müziği karakteri taşıyan, makamsal ve ezgisel açıdan çok daha gelişmiş bir müzik yapısına sahiptirler. Halk müziğinin en önemli özelliği ise, örneğin 3 perde ses ile harikulade müzik yapılabilmesidir. Bu, aşuğ müziğinde daha az görülen bir şey. Aşuğ müziklerinde daha çok kişinin marifeti önemlidir. Halk ezgilerinde ise, belki bir köyde, bir kadının ağzından dökülmüştür ezgi, çünkü o köylü için ezgi yaratmak çok sıradan bir iştir. Zaten belirli kalıplar da var halk müziğinde.

Ben Ermeni müziğinde halk müziği ile aşuğ geleneği arasında böyle bir ayrım yapıyorum. Bu ayrım nasıl yapılacak olursa olsun, aşuğ müziğinin kişisel yaratıcılık ürünü olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.

          Aşuğ müziğini icra etmek için makamsal analize ihtiyaç duyulmasının nedeni nedir?

Aslında bu söylediğim, halk müziği için de geçerli. Çünkü eserler elimize Batı notasyon sistemi –ve Batı zihniyeti– ile yazılmış halde ulaşıyor. Bu durum, icra açısından çok önemli güçlükler doğuruyor. Öncelikle, özellikle anonim eserlerin nota ile yazılması önemli bir sorun. Nota, çok eksikli bir fotoğraftır; bir ezginin tadını iletemez. Zaten nota yazımının amacı da o değildir. Nota yazımının amacı, bir geleneğe yardımcı olmaktır. Bu, Batı Müziği’nde de vardır. Notanın içine her şey yazılırsa, artık o nota okunamaz. Yazılamaz da tabii her şey. Batı zihniyeti ile yazıldığında ise çok eksik kalıyor. Mesela ezginin dille ilişkisi, makamsal özellikleri, yahut dilin ritimle ilişkisi büsbütün kayboluyor. Bütün bunlar, söz konusu eserleri icra etmeden önce araştırma yapmayı, en azından bu notaya dökülmüş repertuvara başka bir gözle bakmayı gerektiriyor. Bu halk müziği için de, âşık müziği için de geçerlidir.

Ayrıca, halk müziğinde makamsallık üzerinde fazlaca durulmaması, bu repertuvarın makamsal olmadığı anlamına gelmez. Çünkü makam denen şey bir ses ortamıdır. Herhangi bir kişi, ister yaşlı bir kadın, ister küçük bir çocuk, profesyonel bir aşuğ, veya bir kilise mugannisi olsun, kendi içinde veya eserinde, doğal olarak bir ses ortamı yaratıyor. İşte makam budur artık; şimdi, siz bunu nasıl açıklarsanız açıklayın. Yalnız, bu açıklamanın, o müziğin doğasına uygun olması gerekir. Yani, müziğin içinde aramamız gerekiyor o makamın nasıl işlediğini.

          Kilise müziğine ilişkin çalışmalarınıza dönecek olursak; 70’lerin sonlarında, Paris’te Ermeni halk müziği ve Ortadoğu müziklerine eğildiğiniz dönemde, Ermeni dini müziği alanındaki araştırmalarınıza ara mı vermiştiniz?

Hayır; aynı dönemde kilise müziği üzerine araştırmalar yapmayı da sürdürdüm. O sıralar, bir rastlantı eseri, Paris’in merkezindeki Ermeni kilisesinin başmugannisi olan Aramanyak Arapyan ile karşılaştım. Parmak hareketlerinden, onun muganni geleneğinde eski ekolden biri olduğunu anlayıp yakasına yapıştım. Tanıştığımızda, Arapyan 80 yaşındaydı. Başmuganniliği kimseye devredemeyeceğini düşünüyordu. Benim hevesli olduğumu görünce o da benim yakamı bırakmadı ve 1990 yılında kendisi vefat edince başmugannilik görevi bana verildi. Bu şekilde, 1983’te, kilise müziğinin pratiği ile de uğraşmaya başladım. Burada özellikle şunu belirtmek isterim: Benim, hem araştırmacı hem başmuganni olarak üzerinde en çok durduğum repertuvar, ayin-i ruhani (Badarak, ‘mess’) dışında, diğer ayinlerde okunan ve genel repertuvarın en az yüzde 80’ini oluşturan, tamamen geleneksel olarak okunan ve aktarılan repertuvardır. Batı’daki Ermeni cemaatlerinde artık hemen hemen yok olmuş durumdaki bu geleneği Paris’te sürdürüyoruz. Bugün halen, İstanbul’da olduğu gibi, Paris’teki Ermeni kilisesinde de bu repertuvarı tüm incelikleriyle öğrenmek mümkün.

          Bu konudaki pratik çalışmalarınıza paralel olarak teorik çalışmalarınızı da sürdürmüş ve bunu sonraları akademik alana da taşımışsınız…

Evet, kilise müziğiyle pratik olarak uğraşmaya başladıktan sonra, araştırmaya çok hevesli olduğum için makaleler yazmaya başlamıştım. Bu işi iyice ilerletince, çevremdekiler, akrabalarım, “Sen bu kadar çalışıyorsun, bu kadar yazıyorsun. Bu yazdıkların bir tez olabilir, niye tez olarak yazmıyorsun?” diye ısrar ettiler; benim de aklım yattı. 47-48 yaşlarında doktora yapmaya başladım ve tezimi 2003 yılında bitirdim, tam 50 yaşında iken. Akademik alanda çalışırken, insan bildiklerini bir başka türlü okuyor, bilmediklerinin farkına varıyor. Bu çalışma benim için çok yararlı oldu.

          ‘Akn’ topluluğu nasıl oluştu?

Akn’ın (Agn) çalışmalarının başlangıcı 1985-86’ya kadar gider. Bir konser vesilesi ile bir kaç meraklı arkadaş toplandık, çalıştık ve grubun ismi ortaya çıktı. ‘Akn’ (agn) kelimesini, şehir isminden (Eğin’in Ermenicesi) değil, kök kelime olarak, Ermenicede pınar, göz gibi birkaç anlamı olması nedeniyle sevdim ve kullandım. 1990’a kadar biraz tek başıma devam ettim çalışmaya. 1990’da başmuganni olduğumda çevremdeki arkadaşlarımdan bazıları dediler ki, “Biz niye oturup biraz çalışmıyoruz? Toplanalım, inceleyelim, çalışalım, keşfedelim.” Bu şekilde, haftada bir gün bizim evde toplanmaya başladık. “Yönetiyordum” diyeceğim ama, pek yönetim gerektirecek bir durum da yoktu. Bir süre birlikte okuduktan sonra, artık herkeste işin derinliğine gitme arzusu oluştu ve çalıştıkça yapılacak ne kadar çok iş olduğunu, ne kadar çok araştırma yapılabileceğini, repertuvarın ne kadar zengin olduğunu gördük. 1990’dan sonra yavaş yavaş bir çalışma yöntemi geliştirmeye başladık. Bu, sadece, toplanıp birlikte okumamızdan doğan, çok pratik bir yöntemdi ve hiç durmadan gelişti. Bugün, 18 yıl sonra, hâlâ gelişmektedir; bitmiş bir durumu yoktur yani.

          Söyleşinin başında, 1998’de kurduğunuz bir araştırma merkezinden söz etmiştiniz. Bu merkez ne tür faaliyetlerde bulunuyor?

Derneği, işimizi daha düzenli bir biçimde yürütebilmek için kurduk; tam adı Akn - Ermeni Kilise Müziği Araştırmaları Merkezi. Gerçekten de, araştırma ve uygulama birbirleri ile iletişim içinde olan, paralel yürüyen şeyler.

Akn bir okula dönüştü, ve bu yönü hep ön planda. Dini Ermeni Müziği’nin icrasına dönük atölye çalışmaları düzenliyoruz. Bu çalışmalara katılanlar yalnızca Ermeniler değil; çok sayıda, Ermeni olmayan katılımcı da var.

2000 yılında Akn’ın ilk CD’si çıktı. Sonraki yıllarda, CD’lerimizi üreten şirketin satılması sebebiyle hiçbir hakkımızı savunamadık ve dernek olarak kendi CD’lerimizi kendimiz üretmeye karar verdik. Bu şekilde 3 albüm daha çıkarttık. Ermeni Kilisesi’nin azizlerine adanmış şaraganları içeren ilk albümümüzde Virginia solo olarak söylüyor ve bir grup arkadaşımız dem tutuyor. İkinci albüm, Surp Khaç üzerine okunan şaraganlardan oluşuyor. Üçüncüsünde ise Meryem Ana ve Noel bayramlarına özgü eserler yer alıyor.

Derneğin organizasyonuyla, Akn sık sık konserler veriyor. Çağrılmasak bile Paris’te küçük bir kiliseye gidip, orada konser düzenliyoruz. Dinleyici karşısında okumak bizim için çok yararlı oluyor.

Bu arada, çok önemli bir başka çalışmaya da başladık. Venedik’teki Ermeni dokümantasyon ve araştırma merkezi ile işbirliği halinde, Venedik’teki Mıkhitaryan Manastırı geleneğinin son temsilcisi olan Rahip Vırtanes Uluhocyan ile çalışıyoruz. Kendisine bütün repertuarı okutuyor ve arşivliyoruz. Bu arada, 9 CD’lik bir üretim programımız da var. Bunlardan ilki çıktı; Rahip Uluhocyan soloları okuyor, biz de grup olarak birlikte okunan kısımları okuyoruz ve dem tutuyoruz. İkinci ve üçüncü CD’leri de kaydettik, şimdi onlar üzerine çalışıyoruz.

          Mugannilerle yaptığınız kayıt-derleme çalışmalarında nelere dikkat ediyorsunuz?

Benim ölçütlerime göre ‘temiz’ okuyan mugannilere ulaşmaya çalışıyorum. Bugün temiz okumak, Batı usulü ile okumak olarak anlaşılıyor. Bense bunu ‘makamında okumak’ anlamında kullanıyorum. Fakat makamında okumak yeterli değildir; okuyucunun bu dualarda kullanılan Klasik Ermeniceyi de anlaması, o dili iyice özümsemesi gerekir. Böyle insanları sürekli olarak arıyorum, onlarla temas kurmaya çalışıyorum. Birkaç kişi buldum, onları kaydedebildim. Mısır’dan Kanada’ya göç etmiş bir muganni olan Arto Nışanyan’ı görmek için 1996’da Montreal’e gittim; iki hafta evinde kalıp her gün sesini kaydettim. Onunla çok önemli projelerimiz vardı, fakat kendisini ziyaretimden birkaç yıl sonra vefat etti. Arto Nışanyan’ın ses kayıtlarının mutlaka ortaya çıkması gerektiğini düşünüyorum.

          Bu kayıtları yayınlamayı düşünüyor musunuz?

Bir araştırma merkezi olarak dokümanter bir dizi yayınlayabiliriz. İstanbul’da çok beğendiğim, gerçekten çok takdir ettiğim, “ustam” diyebileceğim muganniler var. Her gelişimde onlarla mümkün olduğunca görüşmeye çalışıyorum. Henüz bir proje fikri yok ama ben bunun doğal olarak ortaya çıkacağına inanıyorum. İstanbul’da, kilise müziği konusunda biraz umutsuzluk hali hâkim. “Bu iş bitti. Gençler yok, kime devredeceğiz?” gibilerinden... Evet, bunu inkâr etmiyorum. Bir geleneğin ortadan kaybolması bir an meselesidir. O gelenek oturana kadar yüzyılllar geçer ama bir anda ortadan kaybolabilir. Fakat hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmamak, durum ne kadar vahim olursa olsun çaba sarf etmek gerekir. Bu yönde teşvik edici bir rolüm olabilir diye düşünüyorum.

 

 

Virginia (Pattie) Kerovpyan:

“Geleneksel müziğin icrasında teknik eğitim yeterli değil”

          ABD’de başlayıp Fransa’ya uzanan müzik yolculuğunuzdan bahseder misiniz?

Washington’da, Ermeni bir anne ve Avrupa kökenli Amerikalı bir babanın çocuğu olarak dünyaya geldim. Müzikle ilgilenmeye küçük yaşlarda başladım; okul korosunda, evde, kilisede, hep okurdum. 6 yaşımdan 8 yaşıma kadar ailemle birlikte Kıbrıs’ta yaşadım; oradayken bana küçük sololar verirlerdi.

Annem Kesab kökenlidir; onun ve anneannemin konuştuğu Kesab Ermenicesi ve çevremde konuşulan Batı Ermenicesi küçüklüğümden itibaren hep kulağımdaydı, ama anadilim İngilizceydi. 16-17 yaşlarımdayken, Kesablı dayım, benden şölenlerde okumam için Ermenice ezgiler öğrenmemi istedi; böylece Ermenice şarkılar okumaya başladım. Üniversitede, iki yıl süreyle müzik ve Avrupa dilleri eğitimi aldım. Daha sonra, 21 yaşında iken, yoğunlaştırılmış bir kursa giderek Ermenice öğrenmeye, Ermeni edebiyatı üzerine çalışmaya başladım. Kültür alanında tanınmış, çok seçkin eğitimcilerin öğretmenlik yaptığı bu kursla birlikte, önümde, eksikliğini duyduğum yeni bir ufuk açılmış oldu. Okuduğum ezgileri artık daha iyi anlıyor, daha çok severek icra ediyordum. Daha sonra Fransa’ya gittim ve orada müzik öğrenimime devam ettim.

          Ermeni halk müziği üzerine yoğunlaşmanız Fransa’da mı oldu?

Fransa’ya 1974’te gittim. Paris’te konservatuara devam ederken, Paris’teki Ermeni öğrenci yurdunda kalıyordum. O dönemde Maro ve Harutyun Kürkcüyan’la tanıştım ve onlar sayesinde Ermenicemi ilerlettim. Rönesans ve Barok müziği grupları ile çalışıyor, kayıtlara katılıyordum. Bu sırada Kotchnak üyelerinden Ruben Harutyunyan’la tanıştım; birlikte Ermeni halk şarkıları üzerine çalışmaya başladık. Aram bize katıldığında, bu müziğin makamsal karakterinin, aldığım Batı Müziği eğitimiyle bağdaşmadığını hissettim ve Aram’la birlikte, farklı bir şekilde çalışmaya başladım. Bu çalışma uzun sürdü elbette, çünkü iki farklı mekanizmanın birbirinden bağımsız olarak işleyebilmesi için teknik eğitim yeterli değildir. Bu olanak elde edildikten sonra da, devamlı olarak beslenmesi gerekir.

          Kotchnak’ta Ermeni halk müziğini ele alış biçiminizden ve grubun çalışmalarından söz edebilir misiniz ?

Kotchnak grubunun çalışmaları da, Akn’da olduğu gibi, çok yönlü ve derinliğinedir. Yerel lehçeler, üsluplar araştırılır, fakat sahneye çıkarılan müzik artık etnografik değildir, ‘bizim müziğimiz’ olmuştur.

Kotchnak’la, 1983-1985 yılları arasında, Amerika’da –kültür alanında bütçe kısıtlamaları yapılmadan önce– üç turne yaptık. Akn’la olduğu gibi, Kotchnak’la da, özellikle Batı ülkelerinde birçok festivale katıldık, birçok şehirde konserler verdik, halen de veriyoruz.

Bir müzik grubu için uzun sayılabilecek bu sürede grup üyelerinde değişiklikler oldu elbette. Şu an grup Aram Kerovpyan (kanun), Ruben Harutyunyan (tar), Anuş Donabedyan (kemençe) ve Vahan Kerovpyan’dan (vurmalı sazlar) oluşuyor; ben de solistlik yapıyorum. Grubun 80’li yıllarda Fransız Radyosu’nun Ocora serisinden çıkan bir uzunçaları, kendi imkânlarıyla kaydettiği bir kasedi, ayrıca 2 CD’si bulunuyor.

          Oğlunuz Vahan, Kotchnak’ta sizinle birlikte çalıyor; albümlerinizin kapaklarında kızlarınız Maral ve Şuşan’ın adlarını da görüyoruz...

Evet, oğlumuz Vahan ve kızlarımız Maral ile Şuşan, ister istemez, bizim çalışma ortamımız içinde büyüdüler. Bugün de bizimle çalışıyorlar; Akn’ın çalışmalarına ve albüm kayıtlarına katılıyorlar. Vahan’la, Akn ve Kotchnak’ın yanı sıra, başka müzikal projelerde de birlikte çalışıyoruz. Maral, CD’lerimizin kapaklarını tasarlıyor. Müzik çalışmalarımız ve çocuklarımızın eğitiminin, birbirini hep olumlu yönde etkilediğini söyleyebilirim.

 

Aram Kerovpyan

1953’te İstanbul’da doğdu. İlköğrenimini, o zaman Sakızağacı’nda bulunan Mıkhitaryan İlkokulu’nda aldı. Annesi, Venedik’teki Murat-Rafael Ermeni Koleji’ne gitmesini istemeyince, ortaokulu Tarhan Koleji’nde okudu. Ardından, Maçka Sanat Enstitüsü’nü bitirdi. Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’nde (şimdiki Yıldız Teknik Üniversitesi) elektrik mühendisliği okudu. 70’li yılların başlarında, Saadettin Öktenay’dan kanun dersleri almaya başladı. 1977’de, üniversiteyi bitirmesinin ardından Paris’e yerleşti ve burada birçok Ortadoğulu müzisyenle birlikte çeşitli projelerde yer aldı. 1980’de, daha sonra ‘Kotchnak’ adını alacak olan Ermeni halk müziği topluluğuna katıldı; bu tarihten itibaren, araştırmalarını Ermeni müziği, özellikle Ermeni dini müziğinin makamsal sistemi üzerine yoğunlaştırdı. 1981’de, kendisi gibi müzisyen olan Virginia Pattie ile evlendi.

1985’te, Akn Ermeni Dini Müzik Topluluğu’nu, 1998’de, Ermeni Kilise Müziği Araştırmaları Merkezi’ni kurdu. Şaragan repertuvarının müzikolojik analizine dönük bir metod geliştirdiği doktora çalışmasını 2003’te tamamladı (École Pratique des Hautes Études, Paris). Paris Surp Hovhannes Kilisesi’nin başmugannisi olan ve Akn’ın direktörlüğünü yapan Kerovpyan, icracılık faaliyetlerinin yanı sıra, makamsal Ermeni müziğine ilişkin teorik çalışmalar yapmakta, çeşitli konferanslara ve seminerlere katılmaktadır.

Yayımlanmış iki kitabı bulunmaktadır:

Yerajışdutyun: Vor e hamarod değegutyun yerajışdagan ısgızpants yeleveçutyants yeğanagats yev nşanakrats khazits [Rahip Minas Pıjişgyan’ın ‘Müzik: İlkeler, Makamsal Yapılar ve Khaz Notasyonu Hakkında Kısa Bilgiler’ başlıklı el yazması metni (1815) ile bu metin üzerine bir analiz ve notlar]. Yerevan: Ermenistan Cumhuriyeti Ulusal Kütüphanesi, 1997.

Manuel de notation musicale arménienne moderne [Ermeni Müziği Modern Notasyon Elkitabı]. Tützing: Musica Mediævalis Europæ Orientalis, 2001.

Akn ve Kotchnak gruplarıyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.

http://www.kotchnak.org http://www.akn-chant.org